Çocuklarımızdan beklentilerimiz neler? Yani onlar için istediğimiz özellikleri bir sıralamaya koysak başa hangisini oturturuz? Bununla ilgili olarak Türkiye’de bir üniversitenin yaptığı anneler arası bir anketin sonuçlarına denk gelmiştim. Çocuklarının hem lider karakterli hem de kendilerinin sözünü dinleyen birer evlat olmasını isteyenler, hem çok yaratıcı hem de uyumlu olsun diyenler… Yani isteklerimiz kendi içinde çelişiyordu. Çünkü kafamız karışık. Çünkü asıl istediğimiz mutlu olması. Sonra mutluluğun kendi kafamızda bir yol planını çiziyoruz ve içinde mesela başarıyı görüyoruz. Mutlu olması için bu çocuğun başarılı olması lazım diyoruz. Başarı ile liderliği aynı kefeye koyuyoruz. Yani aslında çalıştığı alanda yükselmesi ve maddi/manevi tatmin olabilmesi belki aklımızdan geçen. Ama yükselince müdürlük, direktörlük, CEO’luk vb gibi mertebeler, titrler aklımızdan geçtiği için liderlik çağrışımı yapıyor. Halbuki lider olmak ile yükselmek çok farklı şeyler. Her yüksek mevkideki insan otomatik olarak liderlik kumaşı ile kuşanmadığı gibi bu hayatta en başarılı olan insanlar başka bir grup insana liderlik eden insanlar da değiller. Ama hadi diyelim lider karakterli olsun istiyoruz. O zaman da küçük yaştan itibaren bizim kararlarımızı sorguladığında ya da kafa tuttuğunda ya da ya da uymadığında sinirlenmemiz değil tam tersi sevinmemiz gerekiyor. Onu atlıyoruz. Çünkü liderler çoğunlukla bu mizaç özelliklerinden yontularak ve eğitim ile donanarak gelişen bireyler oluyor.
Ah Mizaç Ah…
Şimdi burada bir durup mizaç neymiş çok kısaca bakalım. Kişilik kuramcısı Gordon Willard Allport’un bir sözü var: tereyağını eriten ateş, yumurtayı katılaştırır. Ateş aynı ateş olsa da farklı maddeye göre ayrı sonuç verir. Bu mizacı iyi anlatıyor. Mizaç tek başına tam anlamıyla bir resim sunmasa da bize, üzerine hayat deneyimleri, ailenin yetiştirme şekli ve yönelimler eklenerek kişilerin karakterleri oluşuyor. Ama mizaç asıl zemini oluşturuyor çünkü yumurta ve tereyağ gibi aynı deneyimi yaşayan iki insan, hatta iki kardeş diyelim o deneyimden çok farklı izlerle, düşünme şekilleri ve gözlemlerle (duruma göre travmalarla) çıkıyor.
Beş Parmağın Beşi Bir Olur mu?
Ne güzel söylemiş atalarımız. Aynı evin içinde yaşayan çocuklardan biri boşanmadan çok etkilenerek ileride evlenmeyi düşünmezken bir diğeri daha iyi bir aile yaratacağı hayalini kuruyor. Biri birinden iyi ya da kötü demiyorum. Sonuçta evlenen insanların bir zafer kazandım havasına bürünmesini de anlamıyorum. Ama sadece mizacın bu iki farklı sonuca varmalarında etkin olduğunu düşündüğümü belirtiyorum. Ailesinin işinde iflası yaşayan bir çocuk ileride kendini sadece kurumsal şirkette pozisyon sahibi görürken, başka bir çocuk serbest meslekte daha başarılı olma hayali kurarak, “babamların şu hatalarını yapmayacağım” diye düşünebilir. Ve biz sonuçta aynı evde yaşayan bu iki çocuğun çok farklı yönlere saptığını görebiliriz. (Tabii tüm bu yaşanmışlıklarda yaş gruplarının da önemi kuşkusuz çok göz ardı edilmemeli).
Kendi Çocuğunun Ebeveyni Olmak
Şu yazımda da yazmıştım: “Parent the child you have” her zaman uyamasam da çocuk yetiştirmek konusunda aldığım en iyi nasihatlardan biri olmuştur. Bir de geçen gün duyduğum bir lafı üzerine eklemek isterim. “You can’t have pizza from a Chinese Restaurant”. Yani asıl olan kurduğumuz hayallerden, onun için biçtiğimiz kaftanlardan, yapmaya çalıştığımız tahtlardan önce mizacını anlamaya çalışmak. Anlamak konusunda çok başarılı değilsek (ki olamayabiliriz) bu konuda yardım almak. Ki hala kendi mizacımızı bile tam anlayabildiğimizi düşünmüyorum. Hala kendimiz için bile hatalı hayaller kurduğumuzu düşünüyorum. Çünkü o hayaller de sıklıkla başkalarının bize kurduğu hayallerden bize miras kalan otomatik hayaller. Üstümüze ya bir beden büyük, ya aslen istediğimiz değil, ya da bazen çok demodeler…
Şimdi neden bunca zaman sonra klavyenin başına oturduğumu ve Popüler Olmayan Düşüncemi yazdığımı anlatayım (ki uzun bir zamandır “Ölüm ve Oyun” yazısından sonra herhalde bir daha hiç yazamayacağım diye düşünmeye başlamıştım). Geçen günlerde şansa aynı konuda çok soru aldım çevremden. Alman eğitimi, disiplini almış olmak güzel bir şey miydi? Almanlar çok başarılı olduğu için Alman disiplinini de çok sevmek gibi bir yönelişimiz var genelde. Bu özellikle Türkiye’de oldukça popüler. Bana göre ise ait olmadığı bir toplumun içinde son derece suni ve eğreti duruyor.
Toplumların da mizacı olduğunu düşünüyorum. Bizim genel olarak, çocuklarımıza kurduğumuz gelecek hayalleri gibi, toplum için kurduğumuz düşlerde de gerçeklerden uzak ve mizacı tanımaktan kopuk olduğumuzu düşünüyorum. Sanıyoruz ki; bizim hepimize küçükken o disiplin verilseydi toplum olarak çok başarılı olurduk. Ama şuna bakın ki İtalyanlar da çok başarılı ama hiç disiplinli değiller. Çok farklı bir başarıları var. Daha yaratıcılar onlar da.
“o Alman disiplini almış”
Ben bir işi yapma konusunda ısrarcı olduğumda insanlar diyorlar ki; “o Alman disiplini almış”. Evet aldım ve o işi o an yapmazsam rahatsız oluyor içim. Ve hiç bilmiyorlar ki bu rahatsızlık hissi beni mutsuz ediyor. Ayrıca bu demek değil ki o işi iyi yapıyorum. Konumuz sadece yapmış olmaksa evet yapmayana göre öndeyim. Bravo bana. Ama belki de kendime o iş konusunda biraz daha düşünme, kafamda olgunlaştırma ya da bilgi sahibi olma şansı tanısaydım daha başarılı bir sonuç çıkartacaktım. Sonuç olarak Alman eğitimi hiç bana göre değildi bence. Ki beni ailem de zorlamamıştı yanlış anlaşılmasın, hatta annem başka şeyler istemişti ama ben Almanca’yı o dönem çok sevdiğim için ısrarcı olmuştum. Alman eğitimi almış öğrenciler olarak sert disiplin kimimizi disiplinli bireylere çevirdi, kimimizi anksiyete sahibi yaptı, kimimizi yetersiz hissettirdi, kimimizi çok mutsuz etti, kimimizi çok başarılı yaptı. Çok laçka olan bir çocuğun disiplinli bir eğitim aldıktan sonra çok zorlansa da sonunda başarılı biri olacağının hayalini kuruyoruz. Ama mizaç üzerine çalışan Ayşe Bilge Selçuk’un dediği gibi mizaçlar çiçeklere benziyor. Kimi menekşe gibi azıcık su istiyor kimi zambak gibi çok. (kabul edelim çiçekler hakkında pek bilgim yok ve zambak örneğini biraz salladım). Menekşeye biraz suyu kaçırsanız soluyor siz de “ay daha da koyayım bari” diyip bir de sıvıyorsunuz üzerini. Çocuğa da her çocuk disiplinle yola gelir, gelmedi mi daha da vereyim diyip daha da işi çıkmaza sokuyorsunuz mesela. Bu şuna benziyor: Ablasına da aynı uyku eğitimini verdik bu niye almıyor, bu çocukta sorun var.” Sonuç olarak çok ağır ve tamirsiz hasarlar almasa da belki, kendini hep yetersiz ve başarısız hisseden, hatta başarılı olsa da “imposter” mağduru bir birey çıkabiliyor ortaya.
Memnun Olmak
Bu yazıyı yazmama bir ilham da sevgili Nil Ertürk’ün şu yazısı oldu. Çok şükür ki; ben de son zamanda kendimi daha çok tanımaya, yaşadıklarımı daha iyi tartmaya başladım da üzerime dayatılmış sıfatların, elalem ne düşünürün ağırlığından biraz sıyrıldım. Yaşadığım “wintering” döneminin yarattığı FOMO’dan biraz arındım. Kendimde bile şaşkınlık yaratan garip bir kabullenme içindeyim. Bundan memnun hissediyorum. Ki bunda kocamın desteği ve çocuk sahibi olmanın verdiği farkındalığın rolü büyük. Şimdi en büyük hayalim çocuğumun içinde kendini daha “memnun” hissedebileceği bir geleceği birlikte inşa edebilmek.
Çağla, ne kadar güzel tespitler yapmışsın! Kullandığın tüm örneklere bayıldım ne kadar önemli şu mizaç konusu ve ne kadar tektip bakış açılarına sığdırmaya çalışıyoruz hala herkesi. İyi ki yazdın bunları! Sondaki selam beni çok duygulandırdı 🥹 Sen de bana çok ilham verdin bu yalın ve vurucu anlatımınla 🎯 Umarım daha fazla yazını paylaşırsın bizimle ❤️