Örnek vermeye hiç gerek yok. Anne olmaya da gerek yok. Ama anne olunca hali hazırda anksiyete sorunu yaşayan insanların bu hayatı maksimumda “deneyimlediği” bir gerçek. (Bu kelimeyi tırnak içine aldım. Yanımda olsaydınız o sinir bozucu tavşan kulakları işaretini yapacaktım. Hani Joe Tribbiani’nin hiç anlayamadığı. Çünkü bu gibi bazı kelimeler PR diline özel eskitilmiş kelimeler. Neyse). Yüreğiniz sürekli ağzınızda geziyorsunuz ve bazen o kadar saçma kaygılar duymaya başlıyorsunuz ki ne kadar derin nefes alsanız da, kendinizi yatıştırmaya çalışsanız da artık sorun çuvala sığmaz hale geliyor. Kalbinizin üzerine dev bir diken oturuyor attıkça acı acı batan. Endişeniz çok gereksiz olabilir. Mesela benim bir anda delirip çocuğumu camdan düşürür müyüm korkusuyla hep camı kapalı tutmam gibi. Eve bir anda biri girip mutfak gözündeki bıçakları bulur mu gibi, hala yatağa yastık yorgan koyamamak gibi…
Bunlar daha “on going” evham kıvamında olanlar tabii ama bir de anlık yaşananlar var. Mesela şimdi Kerem okula başladı ve alışma zorluğu çektiği her an acaba çok mu erken oldu diye düşünüyorum. Bu benim içimden gelen ses mi, ben bunu dinlemeli miyim, yoksa çoğu anne bu kaygıyı yaşadığı için öğrenilmiş bir kaygı mı bu? Yoksa ben bu konuda çok haklıyım, gerçekten Kerem için erken ve ben doğru bir hissi görmezden mi gelmeye çalışıyorum.
Çünkü bir sürü de böyle hikaye var değil mi? Mesela anne çocuğunda bir gariplik hissediyor ama hangi doktora götürdüyse götürsün “anneler böyle bazen kaygılı olur, bir şey yok annecik, rahatla” diye hafif küçümseme ile eve gönderiliyor. Ama buuum! Yılmadan götürdüğü 50. doktor sonunda sorunu buluyor ve çözüyor. Ve eğer anne kendi içgüdüsüne inanmamış olsaydı, arkasında durmamış olsaydı, çocuğunun sadece 3 ay içinde çözülmezse çok geç kalınacak sorunu hayatı boyunca o çocuğa dert çıkartacaktı gibi.
Anne içgüdüsü, Anksiyete ve Gut Feeling Sitting on a Tree, Doing an O.R.G.Y
İngilizce’de çok güzel bir laf var ya “gut feeling” diye. Bağırsaklara 2. beyin dendiği için bu deyim mantıklı geliyordu ama bir de bazı kaygıları görmezden gelirsek bağırsakların gerekirse ishal ya da mide bulantısı gibi ağır silahları çıkartarak bize o hisse saygı duymayı öğretmesi var. “Valla Çağlacım yani şimdi yapacak fazla bir şey yok. Ya beni dinlersin ya da bence şimdiden tuvalete koşmaya başla” diyor. Buna bağırsakların dinlenmediği zaman bizi rehin alması da diyebiliriz.
Gut Feeling konusunda çok güzel bir şey okudum, paylaşmak isterim. Aslında o çoğu hissettiğimiz ve yüzeyde bize mantıksız gelen kaygı, alt beyinde biriken bazı yaşanmışlıkların ya da bilgilerin su yüzüne çıkmasıymış. Yani mesela Tv’de ya da gazetede göz ucu ile gördüğümüz ama beyinde üstlerde yer bulamayıp altlarda kayda alınmış bazı bilgiler. Mesela gerçekten bir anda düşüveren bir çocuğun hikayesi. Kim bilir belki lisedeyken Reha Muhtarlı Show Tv’de izlediğim bir haberden. Bunu bilmem şu an imkansız. Ama artık boş ya da negatif şeyler izlemenin ne kadar kötü olduğunu biliyorum en azından. Beynin bilinçli bilinçsiz bir noktasına herşeyi kaydediyor olduğunu anlıyorum artık.
Anne içgüdüsü ile anksiyete birbirinden ne zaman ayrılıyor? Nasıl ayıracağız? Hangisinin haklı olduğunu nasıl bileceğiz? Tabii ki cevabını yine Google’da 100 bilene sordum ve aldığım en popüler 5 cevaba göre içgüdü daha soğukkanlı idrak edilen bir şeymiş ve anksiyete gibi nefesinizi kesip, kalbinizi cendereye almıyormuş. Kusura bakmayın ama popüler olmayan düşüncem şu ki; yok böyle bir ayrım. En azından bazı insanlar için. Mesela benim, Kerem için yoğun endişe hissedip çok haklı çıktığım durumlar da oldu çok saçmaladıklarım da. Ama hiçbiri soğukkanlılıkla hissettirmedi kendini. Hepsinde bağırsak ve mide beyinden daha aktif olarak rol aldı. Bence bazı insanlar kötü şeyleri soğukkanlılıkla hissedebilecek olgunlukta olmuyorlar. Sorun bu. Çünkü küçüklüklerinde yaşanan bazı deneyimler mi dersiniz, mizaç mı dersiniz, kaygı bozukluğu mu dersiniz, yoksa modern hayatın herkese eşit davranmaması mı dersiniz, bilemiyorum ama hiçbirimiz aynı değiliz.
Tıpkı Kerem’in ve okul arkadaşlarının çok farklı olduğu gibi. Biri okula anında alıştı, biri iki gün göz yaşı döktü, kimisi hala zorlanıyor. Onların farklı aşamalarda olduğunu (çoğu zaman) daha kolay kabullenebiliyoruz. “Parent the child you have” diyerek şefkatle onları sarmalayabiliyoruz. Ama kendimize aynı anlayışı bir türlü gösteremiyoruz. Onun yerine daha da görmezden gelmeye çalışıyoruz, daha diplere doğru itiyoruz. Ama içimizde pimi çekilmeye hazır büyük bir bombaya dönüşüyor bu göz ardı ettiklerimiz.
Bu arada aklıma gelmişken doğru bir içgüdünün peşinden gidiyor da olsanız çoğu zaman insanların beklentilerine karşı gelmek zor olabiliyor. Kendinizi kötü hissedebilirsiniz. Bir şekilde konfor alanınızdan çıkmış oluyorsunuz. Ama bu rahatsızlık hissini, yanlış yapıyorum kaygısı ile karıştırmamak lazım. Evet bir süre acıtıcak ama zamanla öğreneceğiz. Zamanla hayır demeyi, bize biçilen iyi kız kalıbının dışına çıkmayı ve doğru hissettiğimizin peşinden giderek öğretmen, aile büyükleri, doktor gibi otorite figürlerine karşı durmayı. “Bir his var içimde her şey doğru görünüyor ama içim rahat değil”. Bazen doğru çıkacak bazen hatalı oacaksınız ama en iyisi için çalışmış olacaksınız. Çünkü sonuçta o çocuğun iyiliğini annesinden çok kimse düşünemez (normal insanlar için sözüm) ve daha iyi de kimse tanıyamaz. Düşünsenize doğduğu günden beri gözünün içine kim baktı?
Geçen sabah iş için bir video çekmem gerekiyordu. Normalde kafam rahatken 1-2 çekişte hallederim. Bu sefer 10 defa denedim ve kör topal ortaya bir şey çıktı sonunda. Ama en son bir kapak pozu çekmem gerekiyor. Bir türlü olmuyor ve olmadıkça ofiste kendi kendime nefes nefese kaldım, soğuk soğuk terlemeye başladım. Sanırsınız bu foto bir sınava falan girecek, ne bileyim vize alacak kendi başına Amerika’dan. Tabii ki olmadı. Gözüm falan yanmaya başladı, içine saç girdi (çok saçma). Bu yazı içinde bulabilirsiniz kendilerini. O an yaşadığım, içimde birikmiş kaygıların resmi geçit töreniydi aslında.