FOMO yani (Fear of Missing Out) olgusu 2013 yılı sularında hayatımıza hızlı bir giriş yaptı. İlk günlerde çoğumuzun yaşadığı şeyden pek de bir haberi yoktu ama içimizde sürekli bir garip his vardı. Bir huzursuzluk. Bunun kaynağı da son yıllarda çoğu şeyin kaynağı olduğu gibi sosyal medyaydı.
Kısacası şöyle bir şey yaşanıyordu. Evde tam da bir fincan sıcak kahvenizi, bir kadeh şarabınızı almış dizi karşısına kurulacakken son bir sosyal medya kontrolü ve herkesin dışarıda ne kadar mutlu olduğunu, sosyalleştiğini görüp “acaba ben her şeyi kaçırıyor muyum şu an” korkusu ve huzursuzluk hissi.
Bu his, pandeminin hepimizi evlerimize kapatması ile herkesin nasılsa evde olduğuna emin olmamız sayesinde bir süre için kaybolmuş, ama yerini bu sefer de ışık hızı ile “şimdi herkes evde çok verimli bir şeyler yapıp ben zamanımı boşuna mı harcıyorum”a bırakmıştı. Çünkü sosyal medya bu sefer de herkesin yaptığı ekşi mayaları, muzlu ekmekleri, online kişisel gelişim kurslarını, okuduğu blok blok kitapları göstermeye başlamıştı.
Derken işler kısmen de olsa normale döndü ve hayata yeniden adapte olmamız ile FOMO da geri döndü. Ama bu uzun özetten sonra benim bu yazıda bahsetmek istediğim şeyin çok daha özel bir FOMO çeşidi olduğuna lafı getirmek istiyorum.
Konumuz Anne FOMO’su.
Anne FOMO’su da sosyal medyadan yayılan bir fenalık ama adında da geçtiği gibi daha çok anneleri ağına düşürüyor. Eğer yerli-yabancı anne influencer’ları (ya da eş dost anneleri) takip ediyorsanız, onların çocukları ile yaptığı bir sürü şahane etkinliğe, uğraşa, bahçeye düşen bir kurumuş yapraktan bile yarattıkları harika el işi projelere, şekil şekil kurabiyelere bakınca gelen “h..stir biz niye böyle olamıyoruz” hissi.
Bu his hamilelik ile başlıyor. Bu anneler hamileliğin her yeni ayını özel süslenmiş bir fotoğraf çekimi ile ölümsüzleştiriyor. Çocuk doğduktan sonra her ay yeni bir dekor ile çocuğun resmini çekiyor. Ve böyle böyle ilerliyor. Öbür tarafta siz tam uyumadan önce son bir Instagram’a bakarken “ohaa bizimki de 9 aylık olmuştu iki gün önce, unuttum ben. Sahi ben nasıl bir anneyim?” diye uykunuzu kaçırıyorsunuz. Bu tarz bir FOMO bu. İçerisinde annenin kendi için ritüel haline getirdiği özel #selfcare günleri ve etkinlikleri de var. Mesela hamilelikte her ay özel masajlar, doğum sonrası spa günleri vs. vs…
Bir de Çocuk FOMO’su var buna eklenen!
O nasıl oluyor diye soracak olursanız, bu sefer de çocuğunuzun kaçırdığı etkinlik, hobi, deneyim vs. (her türlü ıvır zıvır) fırsatı için yaşadığınız FOMO hissi oluyor. Mesela 18 aylıktan itibaren oyun grubuna giden çocukların fotolarını görmek, 10 aylıkken ilk parmak boyası faliyetine katılan bebeğin story’si ile karşılaşmak bu durumu yaratabiliyor.
Popüler olmayan düşüncem şu ki; bu FOMO yaratan sahtelikten çoğumuz sıkıldığımızı düşünsek de yine aynı çoğunluğumuz elimize fırsat geçince buna katkı sağlamaya devam ediyoruz. Geçen gün bu düşüncelerle çok “pitoresk” bir anı yakalamış olmama rağmen Instagram’a koymamaya karar verdim. Çünkü a) bu bizim her zamanki halimiz değil. Bu kareyi paylaşırsam o an timeline’nından geçen bir başka anne dostum “ya bak Çağlalar her anı nasıl dolu dolu yaşıyorlar hem saçı bile fönlü. Hay bin kunduz biz niye böyle değiliz” gibi son derece hatalı bir düşünceye kapılabilir. b) düzeni kırmak istiyorsan o zaman ilk baltayı sen vur. (bu sözü Konfiçyus söylese beğenirdiniz ama). c) Kısacası ben bunu başka bir anneye yapmak istemiyorum.
Ama gel gelelim (yazar kişi burada kendi ile çatışmaktadır) eğer çok istiyorsanız benim bu adı üzerinde popüler olmayan düşüncemin de sizi engellemesine izin vermeyin. Sonuçta bir çoğumuz da sosyal medya hesaplarımızı geleceğe kalacak bir albüm gibi görüyoruz. O zaman bu virtual albümde yeri olmasını istediğiniz her şeyi de kim ne der demeden gönlünüze göre post etmeye hakkınız var.
Siz ne dersiniz bilemiyorum ama yazın bana olur mu içinizden gelirse eğer.
Son olarak pandemi sonrası FOMO’nun tam tersi bir olgu da girdi hayatımıza o da FOGO (yani Fear of Going Out). Sizce ben şimdi de FOGO’dan muzdarip olabilir miyim? Bu ne ya? Valla arada düşünmüyor değilim çok mu dinliyoruz kendimizi. Bu kadar da kurcalamasak mı?